The Guardian yazdı: Hisse senedi piyasalarına tehdit ABD'den değil Çin ve Orta Doğu'dan geliyor
Geçen hafta piyasalardaki dalgalanmanın ABD'deki resesyon endişelerinden olduğu düşünülüyor. Ancak The Guardian yazarı Larry Elliott, riskin kaynağının ABD olmadığını yazdı: Çin'in büyüme beklentileri kötüleşti ve Gazze'deki savaş yeteri kadar ciddiye alınmıyor
1930'larda Fransız hükümeti, Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcındaki Alman işgalinin tekrarlanmasını önlemek için zaptedilemez olduğunu düşündüğü bir savunma sistemi inşa etti. Maginot Hattı etkileyici görünebilirdi ancak 1940'ta saldırı geldiğinde tamamen farklı bir yerdeydi. Geçen hafta finans piyasaları bir tür Maginot Hattı görüntüsü sergiledi. Dışarıda gizlenen bir tehdit olduğunu düşünmekte haklılar ancak en büyük tehlikenin ABD'de bir resesyon olduğunu düşünmekte yanılıyorlar. Asıl tehdit başka yerlerden geliyor.
Elbette ABD ekonomisi yavaşlıyor ama resesyonla uzaktan yakından alakası yok. İşsizlik artıyor ama tarihsel olarak düşük seviyelerde. ABD merkez bankası Fed, faiz oranlarını düşürmekte biraz geç kaldı ancak gelecek aylarda kaybedilen zamanı telafi edebilir. ABD ekonomisinin dayanma gücü var ve geçmişte olduğu gibi kötümserleri şaşırtması muhtemel. Aşırı bir tedirginlik döneminin ardından geçen haftanın sonunda Wall Street, ABD'nin yumuşak bir iniş yapacağı fikrine yaklaşmış görünüyordu. Bu, açık ara en makul sonuç gibi duruyor.
Petrol fiyatları şimdilik etkilenmedi
İki potansiyel sorun kaynağı daha var: Orta Doğu ve Çin. Gazze'deki savaşın İsrail ve İran arasında geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmesi riskine çok az dikkat ediliyor. Geçmişte bu tür bir gerginlik ham petrol fiyatlarında keskin bir artışa yol açardı, ancak böyle bir şey olmadı. Orta Doğu kaynaklı bir petrol şoku havlamayan köpek oldu. Şimdilik.
Orta Doğu'da yükselen tansiyonun emtia piyasalarına yansımamasının bir nedeni de Çin'in büyüme beklentilerinin kötüye gitmiş olması. Finans piyasalarındaki inanç, Pekin'deki yetkililerin ekonomiyi canlandırmak için harekete geçeceği ve yavaşlamanın geçici olacağı yönünde. Bu da yine tartışmalı bir varsayım.
Çin'in sorunları yapısal ve dünyanın geri kalanı için büyük etkileri var. On yıllar boyunca Çin, devasa devlet yatırımları ve ucuz kredi yoluyla sanayi kapasitesini arttırmaya dayalı bir büyüme modeline bel bağladı. İmalata odaklanma, hızla sönen bir emlak balonu ile birlikte nispeten zayıf tüketici harcamaları seviyeleri ile sonuçlandı. Bu modelin yeniden kalibre edilmesi için gecikildi. Sosyal güvenlik ağları batıdakinden çok daha az koruma sağlıyor ve yerel ekonominin Çin'in fabrikaları tarafından üretilen tüm malları absorbe etmesinin imkansız olduğu kanıtladı. Fazla kapasite ihracat olarak satılarak büyük ticaret fazlalarına yol açtı.
Çin'in liderleri zaman zaman yön değiştirme fikriyle flört etseler de ülkenin dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmesini sağlayan stratejiye bağlılar. 1990'larda Batı'da enflasyonun düşmesine yardımcı olan da bu ihracata dayalı büyüme modeliydi ve yine öyle oluyor. İngiltere'de haziran ayında mal fiyatları bir yıl öncesine göre yüzde 1,4 daha düşüktü, bu kısmen Çin'in pazarı indirimli mallarla doldurmasının sonucuydu.
"Çin çok fazla üretim yapıyor"
Dış İlişkiler Konseyi adlı düşünce kuruluşunda çalışan Zongyuan Zoe Liu, Foreign Affairs dergisindeki yazısında Çin'in dünyanın geri kalanının kullanabileceğinin iki katı kadar güneş paneli ürettiğini, buna karşın otomobil üreticilerinin neredeyse üçte birinin kâr edemediğini belirtiyor. Liu, "Çin, kendisinin ya da dış pazarların sürdürülebilir bir şekilde absorbe edebileceğinden çok daha fazla üretim yapıyor. Sonuç olarak, Çin ekonomisi düşen fiyatlar, iflas, fabrikaların kapanması ve nihayetinde iş kayıplarından oluşan bir kıyamet döngüsüne yakalanma riski taşıyor" ifadelerini kullandı.
Büyüme hedefi tutmayacak
Arz ve talep arasındaki uyumsuzluk, Çinli şirketlerin fiyatlarını düşürmek zorunda kalması, karlarının düşmesi ve borçlarını ödemek ve ayakta kalmak için mücadele ederken daha da derin indirimlere gitmeleri anlamına geldi. Şimdiden stres işaretleri var. Büyüme, Pekin'deki yetkililer tarafından belirlenen bu yılki yüzde 5'lik hedefin altında kalacak gibi görünüyor. Geçen hafta açıklanan ihracat rakamları piyasa beklentilerini karşılayamadı. Gelecekteki büyümenin öncü göstergesi olarak geçmişe sahip olan para arzı ölçümü kırmızı renkte yanıp sönüyor.
Şu anki Çin'i 1990'ların Çin'inden ayıran iki şey var. Birincisi, aşırı kapasite ve aşırı üretim sorunları yoğunlaştı. İkincisi, batılı hükümetler artık arkalarına yaslanıp kendi sanayilerinin yok olmasına izin vermeye hazır değiller. Çin mallarına gümrük vergileri koydular ve ABD örneğinde olduğu gibi yerli üreticilere cömert sübvansiyonlar sağladılar. Bunun gerçekleşmesi için birkaç yol var. Çin Batı'nın baskısına boyun eğebilir, ihracatını gönüllü olarak sınırlayabilir ve tüm ekonomik modelini yeniden şekillendirebilir. Ancak bu pek olası görünmüyor.
Batı ile Çin arasındaki gerilimin azalmak yerine artması çok daha muhtemel. Pekin, üretim fazlasını küresel piyasalara sürmekten suçlu olmadığı konusunda ısrar ederken, Washington ve Brüksel ise suçlu olduğu konusunda ısrar ediyor. Çin halihazırda Batı'nın gümrük vergilerinden kaçınmak için ihracatını üçüncü ülkeler üzerinden yönlendirmeye çalışıyor ancak şu ana kadar kendi kısasa kısas önlemlerini alma eğilimine karşı direndi.
Kısa vadeli risk, Batı'nın korumacı eylemlerinin daha yüksek fiyatlara, daha yüksek enflasyona ve daha yüksek faiz oranlarına yol açması olacak. Daha uzun vadeli bir risk ise Batı'nın kendi üretimini artırarak küresel mal bolluğuna katkıda bulunması olabilir. Bu durumda kâr oranı düşecek ve küresel kapitalizm, Karl Marx'ın öngördüğü gibi, kendi yarattığı bir krizle karşı karşıya kalacaktır.